ŞUBAT, MART, NİSAN 2024 ÖZETİ

Merhaba kabilem,

Ayda 2 post yazarım deyip ortadan kaybolmam bir çeşit dolandırıcılık sayılır bence, hakkımda ne düşünseniz az :) ama öyle böyle değil, gerçekten çok zor günler geçirdim. Atlattım diyemem çünkü devam ediyor ama atlatırım tabi. Değişim her zaman sancılı geçer. Genel olarak enerjisi yüksek biriyimdir, inanın bazen öğlene kadar yataktan çıkamadığım günler oldu.

3 ayda anlatacak çok şey biriktiği için kısa kısa bahsedeyim. 

İlk olarak Şubat tatilinin son haftası Antalya'ya gittiğimizde İnci'nin yeni okulu için kayıt yaptırdık. 2 okulda bursuluk sınavına girdi, birinden %40 indirim alınca orayı tercih ettik. Yani henüz taşınmadan kızımın okulu netleşmiş oldu. 6. sınıfa Antalya'da başlayacak. Umarım başarılı bir okul hayatı olur ve İstanbul dışında herhangi bir yerde öğrenim hayatına devam eder. Çünkü bir daha İstanbul'a dönmek istemiyorum. Kendisi üniversite için Amerika'ya gitme hayalleri kuruyor. Belki de gerçekleşir, neden olmasın?

Ofis manzaram

Şubat ayında kira sözleşmemin 5. yılı dolduğu için ev sahibimle bir takım gergin günler geçirdikten sonra avukatı aracılığı ile konuyu sonuca bağladık. Bir anda 6 kat artış yapamayacağım için yaklaşık 2 kat artış yaparak Temmuz başında taşınacağıma dair sözleşme imzaladım. 3 yıldır bana yaşattığı stres yüzünden yasal haklarımın bile peşinden gitmek istemedim. İnsanın böyle şeyleri tek başına kaldırması zor oluyor. Bir yerde pes edip kendi sağlığını düşünmeyi tercih ediyorsun. Zaten İstanbul'da yaşamak istemediğim için ısrar etmedim. Sonuç olarak aynı adreste 15. yılımı doldurdum, bu da ayrı bir hüzün konusu. Binanın demirbaşı gibiyim, kimler geldi kimler gitti ben burada yaşlandım resmen :)) süreklilik ve istikrar seven biri olduğum için adresimin aynı kalması konusunda özel çaba sarfetmiştim. Ama bu da yeter artık di mi?

1 Mart'ta 45. doğum günümü kutladım. Kızımla baş başa yemeğe gittik. Bu sene pasta kesmek kısmet olmadı, umarım seneye sevdiklerimle beraber güzel bir kutlama yapma şansım olur. Hayatta kutlamaya değer her konu için ya bir pasta kesmeli, ya bir şarap açmalı veya güzel bir yemek yenmeli. Olmadı kahve içmeli yani. Özensizlik her şeyin değerini düşürüyor, buna hiç müsade etmem, mizacıma ters :)

Babam Mart ayında 4. ameliyatını oldu. Mesane kanserini komple atlattı diyebiliriz. Çok şükür, çok acılar çekti, organ nakil ameliyatı oldu, komplikasyon geliştiği için fazladan 2 ameliyat oldu, bir süre ürostomi torbasıyla yaşamak zorunda kaldı. Bu süreçte destek olan herkese çok teşekkür ederim. Uzakta olmak gerçekten zor oluyor. 

Markam : Koi inspired

Seramik kursum devam ettiği için son aylarda örgü öremiyorum. Enerjim kalmıyor. Daha doğrusu boş zamanlarımda bazen seramikle ilgilendiğim için örgüye ara vermiş gibi oldum. Zaten son aylarda çoğu şeye enerji bulamıyorum. İyi ki seramiğe başlamışım. Hem yeni bir el sanatı öğrenmiş oldum hem de gerçekten bana iyi geliyor. Geçen yıl çok iyi bir manifest yapmışım kendimce. İlla ki elimi çamura bulaştıracaksam bu olmalı, insan sonunda güzel bir şey üretemiyorsa boşu boşuna elini ve hayatını  çamura bulaştırmamalı. İç sesim bana her zaman en doğrusunu söylüyor.

Antalya Kaleiçi-Nisan

Bu post bir özet olsun istedim. Bundan sonraki postlarda İstanbul'a veda yazılarımı okursunuz gibime geliyor. Dün Antalya'daki emlakçımı aradım, bana ev araştırması için istediğim bazı önemli konuları söyledim. Orada da kiralar yüksek ama yapacak bir şey yok, girdim bir yola, sıkı çalışıp yeni bir hayat kurmaya hazırım. Bu kadar zor aylardan yıllardan sonra güzel günler yaşayacağıma inanıyorum...

Diyetisyen Serap Orak

09.05.2024


2023'ün güzel yanları, seramik, örgü vs...


Merhaba kabilem,

Önceki postumu okuyan tüm dostlarımı kucaklayarak yazıma başlamak istiyorum. Kahrolsun 60 saniyelik tiktok ve bilimum platform videoları, yaşasın 2-3 saatte yazılan ve zaman ayırarak okunan bloglar :)) Eeee hoşgeldin mânâ arayan dostum. 

Şaka bir yana takipçilerine veya meraklılarına hitap etmek, işini gücünü parlatmak, sesini duyurmak için kim hangi sosyal medya platformunda olmaktan memnunsa öncelikle kolaylıklar dilerim. İçerik üretmek gerçekten bir emek işi. Ben becerebildiğim ve keyfimin yettiği ölçüde bir şeyler paylaşıyorum ama blog ayrı bir kültür. Ben blog kadınıyım, ha sen seversin, sevmezsin bilmem :) 

Bu postta 2023 yılında yaşadığım berbat olayların dışında başıma gelen güzel şeylerden bahsetmek istiyorum. Haa tabi ki bunlar da öyle durup dururken ortaya çıkan şeyler değil, hepsi benim kişisel terapi yöntemlerim aslında. 

Hayatım boyunca güzel sanatlara ve el işlerine hep ilgim olmuştur. Eğitim alıp üstüne hiç düşmedim ama resme ve çizime de yeteneğim var denebilir. 10 yaşımdan beri tığ/şiş ile ilişkim vardır. Bir çekmecemde hep çeşit çeşit iplerim ve örgü malzemelerim olmuştur. Boş kalınca veya canım isteyince kendimce bir şeyler örerdim. Haliyle sosyal medyada yıllardır bir sürü örgü hesabı takip ediyorum. Kendi kendime dedim ki ben niye hobimi bir ek işe çevirmiyorum? Sonunda kendime bir marka oluşturdum. Açıkcası okuduğum bir kitaptaki paragraftan esinlenerek yola çıktım. Yazıda mitolojik olarak kaderin ağlarını ören 3 kardeşten bahsediyordu. İsimleri o kadar ilham verici geldi ki ordan yola bir çıktım en sonunda başka bir noktaya geldim. Yıllardır kendime koi balığı dövmesi yaptırmak istiyordum çünkü her zaman koi balığının temsil ettiği anlam beni tasvir ediyor gibi gelirdi. Canım dostum, dert ortağım, kalbimi anlayanım Ebru bana güzel bir logo tasarladı ve "Koi inspired" markası bu şekilde doğdu. Instagramdan takip için bir tık lütfen :) Markanın adının İngilizce olma nedeni tamamen yurt dışı satışı hedeflerimden kaynaklanıyor. Çünkü ülkemizde el emeğinin değerinin bilindiğini düşünmüyorum. Zaten diyetle ilgili de daha global yayılma hedeflerim var. Tabi ki benim asıl mesleğim bu değil ve sadece uygun olduğum zamanlarda emek harcayabiliyorum. O nedenle işimden ve çocuğumdan kalan zamanlarda sürdürebileceğim bir hobi olarak görüyorum. 


Kaseyi de ben yaptım



Bunun dışında aslında dikişe çok meraklı olduğum için dikiş kursuna gitmek istiyordum ama bir dikiş makinem olmadığı için bir türlü başlayamadım. Bu kurslar için Ataşehir Belediyesi'nin halk eğitim merkezine gitmek istiyordum ama ya yer kalmıyordu ya da günleri bana uymuyordu. Bu sene şansım yolunda gitti ve seramik kursuna kaydoldum ve haftada 1 günümü buna ayırabildim. Ekim ayından beri her Cuma seramik kursuna gidiyorum. İlginç bir şekilde bu hobi bende çok tatlı bir esneklik yarattı. Çünkü ben aslında böyle çamurlu, ele bulaşan, ortalığı pisleten şeylerden pek hoşlanmazdım. Biraz temizlik takıntım vardır. Bunda bile etrafı oldukça kontrollü kirletiyorum ama ruhsal anlamda illa çamura bulaşmam gerekiyorsa bunun seramik gibi bir sanat olmasını tercih ettiğim ve bu bilinçle hareket ettiğim için kişisel anlamda bir aydınlanma yaşadım çünkü son yıllarımda insanın hayatına bulaşınca kurtulamadığı pislikler gördüm. Neye bulaştığınız, aklınızı ve seçimlerinizi nasıl kullandığınız çok önemlidir. Sonuçları ödülünüz veya başınızın belası olur. Seramik yaparken, çamura şekil verirken, kurumasını beklerken hep bir sabır sınavından geçiyorsunuz. Örgü de o şekilde. Gördüm ki ben çok sabırlı bir insanım, bunu bu tarz hobilerde yaşayıp hayatıma yön verirken azaltmam gerekiyor. Fazla sabredip fedakarlık yaptığım her konu elimde patladı, illa bu kadar sabretmem gerekiyorsa bu hakkımı hobilerimden yana kullanarak yaşamam gerekiyor. Bunu net anladım.

2023'ün en güzel yanlarından biri ülkemizin 100. kuruluş yıl dönümünü yaşamak oldu. Buna tanıklık etmek ve kutlamak nasip olduğu için mutlu oldum açıkcası. Ulu önder Mustafa Kemâl Atatürk ve tüm silah arkadaşlarının ruhları şâd olsun. Emanetinin muhafızıyız Atam...

2023 yılında İnci ortaokula başladı. İlkokulu devlet okulunda okuduğu için bu sene yabancı dil ağırlıklı bir koleje gitmesini istedik. Ama aynı zamanda akademik olarak iyi eğitim veren okul olmasını da istedik. Bu konuda Ataşehir'de Fen Bilimleri Koleji yıllardır danışanlarımdan çok tavsiye aldığım bir okuldu, kabul sınavını ve mülâkatını atlayıp kayıt yaptırdık. Çok şükür İnci'nin hem İngilizcesi iyi oldu hem de derslerinde çok iyi bir not ortalamasına geldi. Tabi bunda anne olarak benim de payım var çünkü ödevler konusunda takibini sağlayıp düzenini bozmayacak şekilde tüm hayatımı ona göre düzenliyorum. 2024 Eylül ayında Antalya'da bir okulda devam edeceği ve arkadaşlarından ayrılacağı için biraz üzülüyor ama yapacak bir şey yok hayat bize bunu getiriyor. Okul müdürümüz Nihan Hanım da İnci ayrılacağı için üzüldü çünkü okul disiplinine bu kadar uyum sağlayan ve dersleri bu kadar başarılı olan bir öğrenciyi kaybetmek onlar için de biraz üzücü oldu.

Bu blogun asıl konusuna gelince genel olarak sağlıklı beslenmeye devam ediyorum. Biraz hareketsizim ama hayatımda bu dönem de bunu gerektiyordu. Çünkü ne zaman yürüyüşe çıksam ağlayarak eve dönüyordum. Ben de yürüyüşü bıraktım. Kilom 55-56 arasında gidip geliyor. İştahım azaldığı dönemde 54'lere kadar indim ama artık o kadar üzgün de depresif değilim. Yalnız bu ara bana çok ilham veren bir konu oldu. 50'li yaşlardaki bir kadın danışanım yıllardır maratonlarda koştuğunu söyledi. Ben de kaç yaşından beri koştuğunu sordum. 45 yaşında başlamış ve ondan önce hiç spor yapmamış. Ben de 1 Mart'ta 45 oluyorum. Karar aldım Temmuz'da Antalya'ya taşınınca oradaki bir koşu grubuna yazılıp koşmaya başlayacağım. Çünkü ben çok uzun mesafe ve hızlı yürüyüş yapabilen biriyim. Danışanım (kendisi doktor) bence koşabilirsin dedi :) koşarım bence de ;) 

Konuyu burada biraz keseyim de bir sonraki posta konu kalsın :) bu yıl en azından ayda 2 blog yazma hedefim var. Belki daha bile fazla olur. Hatta Antalya'ya taşınınca instagramda daha aktif olup yeni hayatımı daha çok paylaşmak istiyorum. Bu beni de motive edecektir. Çünkü insanın hayatının en verimli olduğu 20 yıllık dönemini kapatıp yeni bir hayata başlaması kişisel dayanıklılık da gerektiren bir değişim aslında. Ben şimdiden kendimi güçlendirip hazırlıyorum, sizin desteğinize de talibim :)

Sevgilerimle

Diyetisyen Serap Orak

22.01.2024

Hoşçakal 2023, seni hiç sevmedim


Merhaba kabilem,

Bu ifadeyi çok sevdim. Netflix'te izlediğim bir belgeselde geçen bir terimdi. Belgeselin adı "100 Yıl Yaşamak, Mavi Bölgelerin Sırları" izlemek için bir tık! Burada kabile tanımı hayatımızı beraber geçirdiğimiz, en yakındaki halkamızda yaşayan insanlar topluluğu olarak geçiyor. Yani sevincimizi, üzüntümüzü, başarılarımızı, hastalıklarımızı, özel günlerimizi, acı günlerimizi paylaştığımız ve bize destek olan, güç veren insanlar topluluğu. Siz de benim için öylesiniz. Fiziken olmasa da ruhen bir bağımız var ve beni en iyi anlayan insanlardansınız. Baştan beri takip eden veya sonradan aramıza katılan tüm blog dostlarım benim kabilemdir. Bazılarınızla gerçek hayatta tanıştığım ve görüştüğüm/takipleştiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Hatta bazen bir yerlerde beni tanıyıp yanıma gelen blog takipçilerim siz o günümü en özel yapan an oluyorsunuz. Belgeseli izlediğim günden beri hayatımdaki insanları konumlandırdığım yer benim için çok önemli hale geldi. Günümü paylaşan, beni merak eden, benim için dua eden, iyi dileklerini sunan, burada ve şu an en aktif olduğum sosyal medya olan instagramda yaptığınız yorumlar benim için çok önemli iyi ki varsınız, iyi ki hayatlarımız bir şekilde kesişmiş. Ben sizden çok razıyım...


Artık kimse blog okumuyor, instagramda saniyelik geçişlerle vakit geçiyor olsa da ben burada benimle olan herkes için yazmayı tercih ediyorum. Okumak ve yazmak benim için her zaman çok önemli olmuştur. Zaten bir türlü şu kamera önü işini tutturamadım. Sevemiyorum, belki ondandır. Ben böyle konuşur gibi yazmayı seviyorum. Biliyorsunuz psikolojide yazmak bir çeşit kişisel terapi yöntemidir. Ben bunun baştan beri çok farkındayım. İnsan ne kadar yalnız hissederse, duyulmak ve anlaşılmak isterse o kadar yazmak istiyor. Ama günlük hayatta şeffaf olmak, duygularını ve özel hayat bilgilerini açmak bir zayıflık olarak algılanıyor. Ben öyle düşünmüyorum. Öyle olsa kimsenin roman okumaması gerekirdi. Kaldı ki en çok roman okumayı seviyoruz. Farkındaysanız konuya yavaş yavaş giriyorum. Buraya kadar yazarken bile çok ağladım zaten, ne bileyim uzun süredir görüşmediğim bir dosta dertlerimi döker gibi oldu çünkü.


Galiba artık burada pek beslenme bilgisi paylaşmama gerek yok, sosyal medyada dünya kadar meslektaşım her dakika bir şey paylaşıyor. Ben artık burayı kişisel günlüğüm olarak kullanmayı düşünüyorum. Seanslarımda ve bazen sosyal medya hesaplarımda beslenme/diyet bilgisi paylaşıyorum zaten. Belki ilerde İnci de blogumu keşfeder ve okur, açıkcası beslenme bilgisi okumasındansa duygularımı ve anılarımı okumasını tercih ederim. Belli ki bu post biraz uzun olacak, sıkılmadan okuyana şimdiden çok teşekkür ederim. Biraz da senin hatrına yazıyorum ;) 2 ay sonra 45 yaşımı dolduracağım. 32 yaşımdan beri blog yazıyorum. Bu yaşıma kadar bu işlerden anladığım kadarıyla herkes duyulmak ve anlaşılmak istiyor. Her zaman diyorum, normal biri blog yazmaz, biraz yalnızlık çekiyor olmalı. 

Gelelim 2023 yılına...

2023 YILI BENİM HAYATIMIN EN KÖTÜ YILIDIR. ALLAH DAHA KÖTÜLERİNİ YAŞATMASIN.

Ben çok hassas bir insanım, Şubat depreminde yaşadığım üzüntüyü, kaygıyı anlatamam. Baskılayabilmek için çok uğraştım ama o günden beri iyi değilim. Depremde hiçbir yakınımı kaybetmedim ama geride kalanlarla beraber biraz aklımı kaybettim bence. Bu acıyı gerçekten yaşayanlara sabır diliyorum. 

Seçim konusuna hiç girmeyelim, benim için koca bir hayal kırıklığı ve boşvermişlik... Artık siyaseti bıraktım. Yiyip, içip, gezip kalan ömrümü yaşarım, toplumun geneli için elimi taşın altına koymaktan vazgeçtim. 

Kişisel hayatıma gelince, 2-3 yıldır ev sahibimin huzur vermemesi sebebiyle (sanki 5 yıl önce silah zoruyla evini gasp ettim de) zaten sürekli bir gerilim hattındaydım ve artık 2023 yılının Ekim ayında bu konuda bir karar almak zorunda kaldım. 2024 yazında İstanbul'dan taşınacağım. Bulunduğum semtte 35bin TL civarındaki kiraları ödeyip tek başıma yaşamam mümkün değil. Bu nedenle Antalya'ya ailemin yanına taşınacağım. Çok da üzülmüyorum doğrusu, bu şehirdeki dostlarımı ve arkadaşlarımı gücendirmek istemem ama bu şehirde kalmam için hiç bir neden kalmadı artık. 2004 Ekim ayında elimde sadece 1 bavulla geldiğim şehirden 20 yıl sonra 11 yaşında muhteşem bir kız çocuğu, bolca anı, koca bir kariyer, bir evlilik ve boşanma ve biraz da aşk acısıyla ayrılıyorum. Bunun veda yazısını Temmuz ayında yazarım, o zaman için mendilleri şimdiden hazırlayın.


Neyse, asıl konu ben bu kararı neden aldım? Daha önce evliyken ve eski eşim iş ararken de bir sabah uyanıp aniden Antalya'ya taşınmak istemiştim ama o zaman eski eşim orada iş bulamamıştı, benim de burada işlerim çok iyiydi. O nedenle bu karar ertelendi, sonra boşandım, kızımla babasını ayırmak istemediğim için taşınamadım. Sonra İnci'nin babası Bodrum'a taşındı ama bu sefer sevdiğim adam buradaydı ve onu bırakamazdım ama şimdi o ilişki de bitti ve maddi manevi tükendiğim bir noktada bu kararı almak zorunda kaldım. Çünkü Eylül ayında babama mesane kanseri teşhisi kondu, çok ilerlemişti. Ekim ayında çok büyük bir ameliyat geçirdi ve tabiri caizse ölümden döndü. Teşhis ilk konduğunda ben burada tek başıma çok üzüdüm. Düşündüm. Ne yapıyorum burada? Hayat sadece çalışıp para kazanmak ve öyle devam etmek mi? Yoksa en sevdiklerimizin yanımızda olması ve birbirimize destek olmak mı? Kendime cevabım şu oldu, kiminle az zaman geçirdiysen ve doyamadıysan onunla olmalısın. Ben burada, İstanbul'da çok yalnızım ve ailemi seçtim. İnci'den sonraki halkadaki kök ailemi seçtim. Çünkü burada yeni bir aile kuramadım, çok istedim ama olmadı. Hepimizin hayatta yaraları var, benim için babam çok özelmiş bunu anladım çünkü onun işi nedeniyle aslında beraber çok az zaman yaşamışız. Bu konu bende bir sürü duyguyu tetikledi ve aslında nereye aitsem oraya gitmeliydim onu anladım. Bana en zor günlerimde maddi ve manevi kucak açan tek yer ailem oldu. Babam 3 ayrı ameliyat geçirdi, 1 tane daha olacak. Yaklaşık 60 gün hastanede yattı. Yeri gelmişken o dönemde yanımda olan, desteğini esirgemeyen tüm dostlarıma kucak dolusu sevgilerimi göndermek istiyorum. Çünkü birisi baban nasıl oldu diye sorduğu anda ağlamaya başlıyordum. Özellikle biri var ki hayatımın en kötü gününde sihir gibi bir şekilde babamın ameliyatı için gün almamıza yardımcı oldu, kendisi bir blog takipçim, Elif hanım iyi ki varsınız, desteğinizin karşılığını ödeyemem. En kötü günümün yüzünü umuda çevirdiniz.


Çoğunuzun bildiği ve merak ettiği konuya gelince... 4 ay önce ayrıldığım (2,5 yıldır tüm kalbimle sevdiğim) adam yüzünden bu yıl çok üzüldüm. Hayatımın en zor günlerinde yanımda olmayan bir adam için hala yas içindeyim ama bu da geçer, bir romanda okuduğum gibi "Aşk kılıç yarası gibidir, kendi geçer izi kalır". Kimseye her hangi bir konuda hesap soracak değilim. Ben akıllı ve zeki bir kadınım, özgürlüğüme düşkünüm ve dış koşullar tarafından kısıtlanmaktan hiç hoşlanmam, kendi tercihlerimi yaşarım. Kimsenin gölgesinde kalamam, kendi yoluma kendim karar veririm. Herkes yolunu seçti. Ben yalnız kalmayı seçtiğim için hiç pişman değilim. Bazı kadınlar bataklık gibidir sizi içine çekmek ve yok etmek ister, bazıları ise masmavi, alabildiğine özgürlük hissi veren huzurlu bir sahil kenarı gibidir. Nasıl yaşamak istiyorsanız aklınızı kullanırsınız ve hayatınızı ona göre şekillendirirsiniz. Ben hayatımın geri kalanı için mutlu ve huzurlu bir hayat seçtim. Pişman değilim, belki yeterince sevilmedim, istenmedim, bunlar benim elimde olan şeyler değil ama kendi seçtiğim aşkı hakkıyla ve gerekli emeği vererek yaşadım, bir daha aynı noktaya geri gidecek olsam yine aynı tutkulu aşkı seçerdim. Çok üzüldük, İnci de çok üzüldü, zaman zaman soruyor ona anlayacağı en uygun dille açıklama yapıyorum. Evettt 2023'e veda ederken bu konuyu da burada kapatıp önümüze bakmaya devam ediyoruz. Hayat güzel, sevdiğim biriyle, huzurlu, özgür, tutkulu, neşeli, cömert, mutlu, saygılı bir ilişki yaşamayı ve büyük bir aile kurmayı seçiyorum. Bunu hak ediyorum. 


Yeni yılda daha çok yazacağım, okursanız ve yorum bırakırsanız sevinirim. Hepinize kayıpsız, sağlıklı, mutlu, bol kazançlı, huzurlu, keyifli, tadına doyamayacağınız yeni bir yıl dilerim. Bana da aynısından lütfen ;) iyi ki benim kabilemdesiniz, since 2011 :)

2024'e 1,5 saat kala bu postu yayınlayarak tüm dileklerimiz kabul olsun diyorum. Bu zor yılımda yanımda olan herkese sevgi ve minnetle...

Diyetisyen Serap Orak

31.12.2023 

Pazar



Bayramınız kutlu olsun :)

Çooook uzun bir aradan sonra herkese merhaba,

Modası geçmiş olsa da hala blog yazmayı veya blog okumayı sevenler için yeniden buradayım. Belki de denk gelir, bayram sabahı okursunuz diye önce bayramınızı kutlamak istiyorum. 

Öncelikle deprem bölgesinde olan tüm blog dostlarıma geçmiş olsun demek ve baş sağlığı dilemek istiyorum. Yaşadığınız sıkıntıları, üzüntüleri ve travmaları anlamam mümkün değil ama orada hiç akrabam olmamasına ve kimseyi kaybetmememe rağmen ben de burada çok acı çektim. Ayrıca beklenen İstanbul depremi açısından da çok kaygıya kapıldım. Oldu bitti duygularını yoğun yaşayan bir insanım ve bu nedenle hayat bazen benim için daha zor geçiyor. Biraz zor toparladım çünkü pek çok sıkıntıyı bir arada yaşadığım bir dönemden geçiyorum. Keşke biraz daha gamsız bir insan olsaydım veya bu kadar çok emek harcamama karşın hayat bana biraz daha cömert olsaydı. 

Eski blog dostlarım son 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidar sahiplerini hiç sevmediğimi çok iyi bilir. Çok uzun yıllardır her seçimde gitmelerini umut ederek oy veriyorum. İlk kez bu seçim için artık eminim. İşte bu nedenle biraz neşem yerine geldi de blog yazmaya başlayayım dedim. 

Neyse ben size biraz hayatımdan bahsedeyim. İnci bu yıl 4. sınıfı bitirecek. Babası 1 yıldır Bodrum'da yaşadığı için bu durumun yarattığı fazla sorumluluğu ve İnci'nin duygusal iniş çıkışlarını yönetmek benim için yorucu oluyor diyebilirim. Ama tabi ki bunu da halledebiliyorum. 

İş konusunda pek hırslı olduğum söylenemez. Sosyal medyayı etkili bir şekilde kullanamıyorum çünkü canım istemiyor. Video çekmek, canlı yayın yapmak falan hiç benlik şeyler değil. Ben genelde geri planda kalmayı seviyorum. Zaten o nedenle blog yazmak hoşuma gidiyor. Ama sektör gereği sosyal medyada yer almam ve bu konuya biraz daha önem vermem gerekiyor. Kendime bu konuda azim ve ilham diliyorum. 

Diyetim konusunda bir itirafta bulunacağım. Depremden sonra fazla atıştırmaktan kilo aldım ve 59 kg'a çıktım. 2 haftadır falan dikkat ederek yeniden 57,5 kg'a inmeyi başardım. 55 kg civarına inersem yazı keyifli geçirebilirim. Kışın 56-57 arasında kalsam da olur. Aslında 3-5 kg fazlasının kimseye zararı olmaz ama hep aynı beden kıyafetim olduğu için biraz kilo alınca yaşadığım sıkışma hissi beni rahatsız ediyor. Yeni beden satın almaktansa kilo vermeyi tercih ederim.

Şimdilik kısa kesip son zamanlarda izlediğim dizime döneyim. Bu aralar bir blog dostumun tavsiyesi ile Gilmore Girls dizisine başladım ve çok beğendim. Ara ara başka şeyler izliyorum ama yumuş yumuş tatlı bir anne kız/mahalle/aile dizisi izlemek istersem o akşamlar Gilmore Girls izliyorum. Baya da eski bir diziymiş ama yaşanılan her olay güncelliğini koruyor. Çünkü aslında herkesin hayatı bazen birbirine benziyor.

Özlem ve sevgilerimle sizi kucaklıyorum. Yazmaya gayret edeceğim, en azından niyetim bu :)

Diyetisyen Serap Orak

20.04.2023

20. Diyetisyenlik yılım kutlu olsun :)

Merhaba dostlar,

Böyle bir görünüp bir kayboluyorum ama inanın bu hayat telaşından işe güce anca yetişiyorum. Bunun açıklamasını ayrıca bir postta yapacağım çünkü bu postun konusu başka. Kendime konuyu dağıtmama sözü verdim. Herhangi bir konudan giriş yaparak günlerce konuşabilecek, yazabilecek potansiyeli olan bir insanım nihayetinde, kişi kendini bilmeli :)

Ben Hacettepe Üniversitesi'ne 1997 yılında girdim. 1 yıl İngilizce hazırlık sınıfı dahil olmak üzere 5 yıl sonunda 10 Haziran 2002 yılında mezun oldum. Yaniiii mezuniyetimin üzerinden koskoca bir 20 yıl geçti. İnanın söylerken ben bile inanamıyorum. Hangi ara ben 20 yıllık diyetisyen oldum ya? Bir işi 20 yıl boyunca yapmak sanki yapmamışım gibi enteresan geliyor. Nerden nereye geldim? Ömrümün yarısı geçmiş resmen. Benim buna bir ikna olmam lazım galiba :) Bu arada ben mezun olduğumda Beslenme ve Diyetetik Bölümü sadece Hacettepe, Başkent ve Erciyes Üniversitesi'nde vardı. Hatta o yıllarda Hacettepe hariç diğerleri ilk mezunlarını vermiş olabilirler. 

Mezun olur olmaz staj yaptığım yer (Ankara Bilintur Catering Centre) beni işe aldığı için çalışma hayatım hemen başladı ve 20 yıl boyunca hep özel sektörde ve kendi işimde çalıştığım için Cumartesi günleri dahil olmak üzere çalıştım. Çok nadiren 2 gün üst üste haftasonu tatili yapmışımdır. Hatta Cumartesi günleri her zaman en yoğun günüm olmuştur. 

Madem kişisel tarihimde 20 yılın muhasebesini yapacağım şöyle bir cv de yazayım bari :) 

İlk işim olan Bilintur Catering Centre 20 yıl önce Ankara'nın en büyük yemek fabrikasıydı ve Bilkent Üniversitesi'nin kampüsünde yer alıyordu. Bilkent Üniversitesi dahil olmak üzere Ankara'nın en önemli kurumlarının yemeklerini biz yapıyorduk. Kurum beslenmesi alanını her zaman sevmişimdir o nedenle çok severek çalışmıştım. Tüm kurumların aylık yemek menülerini ben hazırlıyordum ve servisinden sorumlu olduğum bir kaç proje vardı, onların başında bulunuyordum. Yeni mezun olduğum için mesleki deneyimim yoktu ama küçük yaştan beri mutfağa çok meraklı olduğumdan hiç zorlanmıyordum. Yemek kitapları ve dergileri biriktirmek ve onları okumak benim için bir hobiydi ve mesleğimle çok iç içe bir konu olduğu için şanslıydım. Dünya mutfağı, yemek kültürleri ve çeşitleri vs. kendimi geliştirmeyi sevdiğim bir alandı. Bu nedenle menü planlamak benim için zevkli bir konuydu. Menü planlarken tüm o yemekleri o sırada yemiş, koklamış, dokularını ve tatlarını hissetmiş gibi olurum. Hatta tabaktaki sunumunu ve birbirleriyle olan görsel uyumunu bile planlarım. Bu konular çoğu diyetisyenin sevmediği konulardır ama ben severim. Bu nedenle yemek programlarını, kanallarını izlemeyi de çok severim. Bütün bunların bana menü planlama işinde çok faydası oldu. Yeni mezun meslektaşlarıma tavsiyem eğer kurum beslenmesi alanında ilerlemeyi düşünürseniz mutlaka bu alanda hobiler edinin veya yayınları takip edin. Kütüphanemde güzel bir Dünya mutfağı koleksiyonum var, en pahalı mücevhere değişmem. Belki gidip parasını verip pahalı bir eşya alabilirsiniz ama yıllar içinde hevesle biriktirdiğiniz koleksiyonunuz kadar keyif vermez. Evet, dibine kadar tam bir romantiğim :)

Yemek fabrikası işimde çalışırken komşum olan bir diyetisyen sayesinde Ankara'da özel bir hastanede diyetisyen ihtiyacı olduğunu öğrendim ve maaşı daha iyi olduğu için işe başvurdum :) işi aldım ve tam 2 yıl çalıştım. Hem poliklinik diyetisyeni olarak hem de zayıflama bölümünde hizmet verdim. Aslında işimden, maaşımdan ve hastanemden çok memnundum ama kardeşim evlenip İstanbul'a taşınma planları yapınca bana İstanbul yolları göründü. Bir abla olarak ondan önce taşınmam ve onu başka bir şehirde yalnız bırakmamam gerekiyordu. Çünkü ablalık bazen yarı annelik içgüdüsü ile sizi yönlendirir. Beni Ankara'ya bağlayan başka bir şey olmadığı için asla aklımda olmayan yeni bir yaşam planı yani İstanbul'a taşınma planı devreye girdi ve gazete ilanlarını takip etmeye başladım. O yıllarda işi sadece gazete ilanlarından veya yakın çevrenizdeki bağlantılarınız sayesinde bulabiliyordunuz.

İstanbul'daki ilk iş görüşmemi günübirlik bir seyahat ile yaptım ancak maaşı az olduğu için işi kabul edemedim. 2. görüşmemi yine gazete ilanı yoluyla buldum ve mülakatımı Ankara'daki klinikte yaptım ama aslında İstanbul'daki klinik için işe başvurdum. Bu şekilde Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ile yaptığım mülakat sonucu İstanbul'daki işi kaptım ve 1 ay sonra bavulumu toplayıp İstanbul'a taşındım. Sene 2004, aylardan Ekim'di. Osman Hoca ile 1,5 yıl kadar çalışıp kariyerimde çok farklı ve büyük bir deneyime sahip oldum. Oldukça yoğun ve stresli bir iş ortamı vardı çünkü İstanbul'un en prestijli ve yoğun muayenehanelerinden biriydi. Yeni açılmıştı ve İstanbul'un bütün A plus tabakası kliniğe geliyordu. Görmediğim ünlü ve iş insanı kalmadı diyebilirim. Ama çok çalışmaktan yoruldum ve tükendim. Oradan tanıştığım yeni işe giren bir diyetisyen arkadaşımla sonradan çok pişman olduğum bir ortaklık kurup Etiler'de, tam Akmerkez'in karşısında 2006 yılının Şubat sonunda bir ofis açtım. 2007 sonlarına doğru ben evlenirken ortaklığımız bitti ve benim Ataşehir kariyerim başladı. 

Şu an çalıştığım kendi ofisimi 2009 yılının Şubat ayında açtım. 13 yıldır aynı binada hizmet vermeye devam ediyorum. Kendi işimi yapmaktan hala memnunum, hiç asistanım olmadı, her işimi kendim yaptım. Tüm üyelerimle/danışanlarımla birebir iletişim kurmaktan çok keyif aldım. Bunun diyet programlarımda çok faydalı olduğunu düşünüyorum. İletişimi güçlendiren ancak uzman açısından yorucu bir durum. Her türlü ilişkide benim en önem verdiğim konu açık ve net iletişimdir. İletişim kurabildiğiniz biriyle her sorunu aşmak adına ortam yaratabilirsiniz. Güçlü bir iletişim ve motivasyonla değişimden umudunu kesmiş bir insanı doğru yönde etkileyebilirsiniz. 

İşimden hiç sıkılmadım ama zaman zaman yaşadığım hayatın kaygı ve stresiyle depresif dönemler geçirdiğim olmuştur. İşte o dönemlerde işle ilgili yeterli motivasyonu sağlayamamış olabilirim. Onun dışında işimi çok severek yapıyorum. İnsanların hayatında olumlu bir ize sahip olmak, hayatlarının dönüm noktalarında ellerinden tutmak bana mesleki bir haz veriyor. Pandemi süreci ile birlikte hayatımıza giren online çalışma şartlarıyla beraber 20 yıl sonra bambaşka yollarla işimi yapma fırsatı bulduğum için bundan sonraki 20 yılın getireceği sürprizleri merakla bekliyorum. 

Birebir insanla çalışılan tüm işlerde olduğu gibi yıpranma payı fazla ama yenilenme süreci keyifli olan bu mesleki yolculuğumda benimle olan herkese bana kattıkları deneyimler için çok teşekkür ediyorum. Bana fiziksel veya maddi imkanları sebebiyle ulaşamayanlar için faydalı olmak adına giriştiğim sosyal medya paylaşımları ile toplumsal olarak vatandaşlık görevimi yerine getirdiğimi düşünüyorum. Sadece blog sayesinde bile ne kadar çok insana faydam olduğunu aldığım mesajlar ve mailler sayesinde öğrendim. Bunu suistimal etmeden beni saygı ve sevgiyle kucaklayan insanlara da çok teşekkür ediyorum. Keşke şartlarım daha çok içerik üretmeye uygun olsa, çünkü bilgi paylaştıkça anlam kazanıyor.


Sevgili blog dostum, bu satıra kadar hala okuyorsan işte ben de hala bunun için yazmaya devam ediyorum. Okumaktan sıkılan veya ilgilenmeyenler çoktan kapattı gitti. Kaldık baş başa. Bundan sonra da böyle olacak gibi. Birbirini anlayan, dinlemeye zaman ayıran ve hayatında gerçekten yer vermek isteyenler için beraber geçireceğimiz yıllar var. Meslekte yaşadığım 20 yılı sadece 1 postta anlatmam mümkün değil ama işimi ne kadar severek yaptığımı sizinle paylaşmak bana iyi geliyor. Hiç bir zaman işinde hırslı bir insan olmadım, biraz olsam elimde çok imkanlar vardı. Ben işinde faydalı olmayı ve sevgiyle hatırlanmayı tercih eden biriyim. Tek para kazanma kaynağım işim ama daha fazla kazanayım diye ne bir danışanımın ne de bir meslektaşımın hakkına göz dikmeden etik olarak yoluma devam etmeyi tercih ediyorum. Dediğim gibi burada şov değil iş yapıyoruz :)

Belki çoğunlukla eski usul çalışma yöntemlerini tercih ediyor olabilirim (tik tok kullanmıyorum mesela) ama İngilizce seans yapabilecek düzeyde yabancı dilim olduğu için küresel mesleki yenilikleri yeterince takip edebiliyorum. Bunların hepsini bulunduğunuz ülkede beslenme alışkanlıklarına uyumlu hale getiremeyebilirsiniz ama mesleki süzgecinizden geçirip gerekliliği yönünde bir karar alabilirsiniz. Ben de öyle yapıyorum. Şu an ülkenin yarısı geçim sıkıntısı içindeyken kereviz sapıyla, chia tohumuyla bulamaç tarifi peşine düşemeyecek kadar sosyal sorumluluk taşıyorum. Bu blog tek derdi içmeyi unuttuğu kolojen olan insanlar için değil zaten. Hepimiz varoluş gerçeğimizin içinde kendimize bakabildiğimiz kadar iyi bakma derdindeyiz. 

Kimse kusura bakmasın ben bu 20. yılımı bir kaç kez kutlarım. Kutlayacak bir konu varsa peşini asla bırakmam. Bu günlere her zaman güle oynaya gelmedik, her günü kutlamaya değerdi.

Bu arada Şubat ayında blog da 11. yılını doldurdu, zaman ne güzel akıp geçiyor. Kenan Doğulu'nun "Tutamıyorum Zamanı" şarkısı aklıma geldi şu anda. 

Evet, yazmayı da durduramıyorum :)))

Sevgilerimle

Diyetisyen Serap Orak (2002'den beri)

16.06.2022



5. Yürüyüş günü de tamam, stop.

Merhaba blog dostlarım,

Ha bugün yazdım, ha yarın yazarım derken son posttan bugüne yine 2 hafta olmuş. O zaman bu son 2 haftada neler yaşadım kısa bir özet geçeyim.

Yürüyüşe başladığımı biliyorsunuz. Bugün 5. kez yürüyüş yaptım. Yani haftada 2 şeklinde rutinime ekleyebildim sanırım ve bu nedenle kendimle gurur duyuyorum. Ortalama 45 dakika sürüyor. Hem kendime kişisel, özel bir alan açabildiğim için psikolojik olarak bana çok iyi geliyor hem de fiziksel olarak kondisyon kazandığımı şimdiden hissediyorum çünkü hem hızlı yürüyorum hem de çok yokuş inip çıkıyorum. Yani düz zeminde yürümek gibi olmuyor. Ayrıca yüksek sesle müzik dinlemeyi çok sevdiğim için bu da bana iyi geliyor. Temposu yürüyüşe uygun, genellikle rock tarzında şarkılarla tam bir konser havasında yürüyorum. Ataşehir'de ağaçlar çiçeklendiği ve bahçeler yeşillendiği için görsel olarak da gözüm şenleniyor. Sonuç olarak kendim için çok iyi bir şey yaptım. Seanslarımın yoğun olmadığı günlerde spor giyinip makyaj yapmıyorum. Seanslar biter bitmez hemen çıkıyorum. Bundan sonra randevularımı planlarken yürüyüş rutinimi ön planda tutacağım. 

Bir diğer haber, yine kendim için Pazar günü flamenco kursuna başlayacağım. Bu hayatta yapmayı en çok sevdiğim şeyler arasında ilk 2'ye girer. Hatta belki 1. sırada bile olabilir. Dün yazlık kışlık değişimi yaparken yıllar önce Barselona'dan aldığım flamenco eteğimi ve kırmızı çivili flamenco ayakkabılarımı da çıkardım. O zaman viva flamenco! İnşallah şu günler geçsin düzelicez be :) belki bir Madrid yaparız euro düşerse veya köşeyi dönersek :)

Gelelim kilo meselesine. Malum blog diyetisyenden ve adı da beslenme günlüğü. Ama siz de çok iyi biliyorsunuz ki benim yeme şeklim gerek mesleki deneyimim gerekse kişisel tercihlerim sayesinde artık belli bir çizgide seyrediyor. Mesela Pazar günü pişirdiğim zeytinyağlı patlıcan yemeğini bugün Perşembe oldu hala yiyorum. Yani ev yemeği şeklinde yemeye devam. İlla ki bazı günler daha kalorili oluyor ama dengeliyorum tabi. Dün tartıldım, 56 kg ve yağ oranım %21 çıktı. Kendi yaş grubuma göre yağ oranım alt sınırın bile altında, her şey yolunda yani. Bu yürüyüş sayesinde yağ oranım düşmüş olabilir tabi. 

Arada Anneler Günü ve bayram da geçti, hepimize kutlu olsun :)

Bir diğer gelişme, bayramın 1. günü İnci babasına gidince sabah yürüyüşe çıkmıştım. Yanıma kimliğimi ve atm kartımı almıştım. Eve geldiğimde kimliğim yoktu, düşmüş :( yeni kimlik çıkarttım, o da bugün geldi. Artık yanıma kimlik almadan çıkıyorum. Başıma bir şey gelirse telefonumdan kimliğimi bulurlar nasılsa. Yaş 43 olunca eski alışkanlıklar sürüyor tabi, eskiler kimliğini almadan pek çıkmazlar nedense öyle bir alışkanlığımız olmuş. Üniversitedeyken ailemden uzak ve yalnız yaşadığım için asla kimliksiz bir yere gitmezdim belki onun da etkisi vardır. Umarım birisi kimliğimi bulup iptal etmediğim günlerde bir cinayet mahaline bırakmamıştır :) 

Bu arada ben pandemi havasından baya çıktım, sizde durumlar nasıl? Yılbaşında İnci covid pozitif olunca bana da geçmişti. Biz 1 tur atlattık yani. 

Postun sonunda kısa bir özet geçmeyi severim bilirsiniz. bugün beslenme bilgisi paylaşmadım ama egzersiz konusundaki kişisel azmimden bahsettim. Belki aranızdan 1 kişiye bile ilham olsa bana yeter. Herkes 1 kişinin elinden tutsa daha çabuk toparlanırız. Ama en önemlisi herkes kendi elini kendi tutsun, başkalarından beklemeden, sadece kendiniz için adım atmaya çalışın. Yanınızdan yürüyecek biriyle yolun bir yerinde elbet karşılaşırsınız.

Sevgilerimle...

Serap Orak

12 Mayıs 2022

Yürüyüşe başladım, stop.

Merhabalar,

Öncelikle yeniden blog yazmama sevinen ve beni yüreklendiren herkese çok teşekkür ederim. Kendim için büyük bir adım attım sayılır. Öyle bir atmışım ki hızımı alamadım bugün sabahki seansım biter bitmez yürüyüş için kendimi sokağa attım :) 

Sırf spor olsun, egzersiz olsun diye tek başıma çıkmayalı çok çok uzun zaman olmuştu. Yani hamileyken bile sokakta yürümemiştim hatırlarsanız. Onun dışında gezme amaçlı çok uzun yürüyüşlerim hep olmuştur. Onları saymayalım neden biliyor musunuz çünkü bugün çıkmam yeni hayatım için (40 yaş sonrası hedefler) düzenli egzersiz yapmak açısında bir milat sayılır. Yaşlılıkta sarkopeni (bu konuyu ayrıca yazacağım veya videosunu çekeceğim) gelişmemesi için 40'lı yaşlardan sonra düzenli fiziksel aktivite yapıp kas ve kemiklerimizi korumamız gerekiyor. Kafama göre bir spor salonu bulana kadar önce açık hava yürüyüşleri ve evde youtube videoları ile konuya kendimi ısındıracağım. Sonra ver elini pilates, ver elini zumba :)

Güne 07.30'da başladım. Sabah sadece minicik bir muz yedim ve kahve içtim. 11.00'de çıkıp kafamdaki rotayı tamamlayıp gelmem tam 1 saat sürdü. Öncesinde telefonuma Strava diye bir app indirdim çünkü yürüyüş rotamın kaç km olduğu, ne kadar süreceği gibi konularda bilgileri görmek ve kaydetmek istedim. Şimdilik ücretsiz üye oldum. Siz de deneyebilirsiniz. Uygulamaya göre 5,15 km yolu 57 dakika gibi bir sürede tamamladım. Tabi bunun içinde yokuş inip çıkılan yerler ve yol geçilmesi gereken sokaklar olduğunu unutmayalım. Sanırım kesintisiz bir parkurda daha hızlı yürüyebilirdim. Ama gerek yok bence. Bu arada Pazar akşamından beri alerji atağım tuttuğu için ilaçsız nefes alamadığım günler geçirdim. 3 gündür alerji ilacı aldığım için kolumu kaldıracak halim yoktu, tüm gün uyukladım. Bugün ilacı bıraktım ve kendimi bol çiçekli, polenli yollara attım. Şu ana kadar kötü olmadım, umarım artmaz. Maskesiz yürüdüğümü de ayrıca belirteyim. Malum hala pandemideyiz. İnci'yi de okula maske ile gönderiyorum. Yasaklar kalktı ama ilk 1 hafta 10 gün tedbirli olmakta fayda var diye düşünüyorum. Kızım da benle aynı fikirde :) takmam diye tuttursa yapacak bir şeyim yoktu.

Yürüyüş boyunca çektiğim bahar karelerini sizinle paylaşmak isterim. Bu mevsimde tüm ağaçlar çiçeklenmişken yürümek ayrı bir güzellik. Kulaklıklarımı takıp, sevdiğim şarkıları dinleyip, keyifle ve azimle yürüdüm. Sonrasında kendime Spotify'da bir yürüyüş listesi bile yaptım :) gördüğünüz gibi prodüksiyon büyük :) yalnız eksiklerim var. Acilen bir kablosuz kulaklık ve telefon, anahtar vs koymak için minik bir çanta almam gerekiyor. Bunun sonu paten, kay kay, bisiklete falan gitmese bari ;)



Eve geldiğimde açlıktan ölüyordum ama çok terlediğim için önce banyo işini hallettim. Sonra kendime 2 parça hindi pirzola pişirdim ve basmati pirinci ile yaptığım pilavdan yedim. Hindiyi tavuktan daha sağlıklı buluyorum ama bana her seferinde ciddi bir mide yanması şeklinde geri dönüyor. Yine de severek yiyorum. İlerleyen saatlerde 1 espresso içtim, birkaç badem, 1 kase yoğurt, 1 dilim çavdarlı ekmek ve yarım salatalık yedim. Evde kıymasız bezelye olmasına rağmen hem acıkmadığım hem de canım istemediği için akşam yemeği yemedim. 

Bugün kendimle gurur duydum. Uzun zamandır ertelediğim bir konuya daha adım attım. Siz neleri erteliyorsunuz? Belki yarın küçük bir adım da siz atarsınız...

Hadi öptüm :)

Serap Orak the dietitian

28 Nisan 2022

Geri döndüm!

Merhaba blog! Yanlış okumadınız, geri döndüm :) ne kadar kalırım bilemiyorum ama en azından bu aralar içimdeki yazma isteğini boşa harcamamalıyım diye düşündüm. Belki biraz da ihtiyaçtan yine bloğuma sığındım. Çünkü, çok yakın dostlarım hariç beni bu hayatta bu kadar iyi dinleyen, anlayan, bırakmayan ve ne zaman geri gelsem tüm sıcaklığıyla kollarını açıp karşılayan tek yer burası ve sizler oldunuz. Çoğunuz beni blog haricindeki sosyal medya alanlarından takip ettiğiniz için son 11 yılıma şahit ve dahil oldunuz. Bazılarınızla yüz yüze tanıştık, yazıştık, dertleştik, güldük, ağladık ama birbirimizi hiç bırakmadık. Daha önce de belirttiğim gibi insan durup dururken blog yazmaya başlamıyor (Benimki yalnızlıktan mesela). Bu benim kişisel fikrim tabi. Sosyal medya uzmanları ne der bilemiyorum. Ama benim için blog yazmak anlayanıyla, dinleyeniyle dertleşmek gibi bir şey. Bu aralar etrafımdaki bir sürü kişi yeniden blog yazsana diye beni cesaretlendirince ben de nihayet üzerimdeki ataletten sıyrılıp ekran başına geçtim. Önce beni biraz iyileştirelim sonra eğlencemize bakarız. 

Hepimizin hayatının son 2 yılının pandemi nedeniyle duygusal anlamda çok karışık geçtiğine eminim. Benim de öyle oldu. Ama benim için özellikle son 4 yılda ne istemediğimin farkında olduğum yıllar oldu. İnsanın ne istemediğini bilmesi çok önemli, hayatına yön veren, ilişkilerine şekil veren en belirgin şey bence. Bu her alanda böyledir, farkındalık çok önemli. Yaşadığımız şeyleri seçimlerimizle büyük oranda kendimiz belirliyoruz aslında. Yapamam dediğimiz şeyleri henüz yeterince istemiyoruz bence. İstesek bir adım atabiliriz. Belki çok zor bir başlangıç olabilir ama yine de olur. 

Kendi adıma başlamaya en zorlandığım şeylerden biri spor mesela. Hatta buna spor demeyelim, egzersiz daha doğru bir kelime olur. 43 yaşımdan sonra spor yapacak değilim. Yapsam yapsam düzenli egzersiz yapabilirim. Tabi bir şeyi düzenli yapmak çok büyük iç motivasyonla gelir. İşte tam o noktada neden istediğiniz çok önemlidir. Mesela ben daha dinç yaşlanmak istiyorum ve bedensel sağlığımı önemsiyorum. Tabi ruhsal sağlığım için de blog yazacağım :) Kendime söz verdim, yarın sabah spor kıyafetlerimi giyip yürüyüşe çıkacağım, yarın randevularım yoğun değil. İstediğim ritmi yakalayabilirsem bir yürüyüş grubu kurup bunu haftada 1 sosyal bir aktiviteye çevireceğim. Gördüğünüz gibi önce kendimi düşünüp sonra da başkalarını dahil etme amacım var. Galiba ben hayatta hiçbir şeyi kendim için yapamıyorum. Psikologlar bir el atsın :)

Bu arada sizden çaldığım tüm zamanlarda kendimi Netflix'e adamıştım. Pek kitap okumadım. Önceliklerim farklıydı. Baya bi dizi ve film izledim. Onları da zaman zaman sizinle paylaşırım. Birazdan bu yazıyı tamamlayınca Good Girls izleyeceğim. 3 kadının suça bulaşmasını eğlenceli bir dille anlatan bir dizi. 

Uzun zaman sonra dönünce anlatacaklarım bitmiyor, şimdi kesmezsem çok uzayacak o nedenle ben şimdi buraya bir nokta koyup yarın yeni bir post ile merhaba demeyi düşünüyorum. Yorum bırakırsanız sevinirim. Yazmam için motive edici oluyor. 

31 yaşımın son düzlüğünde yazmaya başlayıp 43 yaşımın doruklarına taşıdığım bloğumun benim için eşsiz değerli ve özel okurları, blog dostlarım, iyi ki varsınız. Okuduğunuz ve beni unutmadığınız için çok teşekkür ediyorum. Başımı ne zaman buraya dayasam kalp atışlarınızı derinden hissedebiliyorum.

Romantizm ölmedi Romalılar, ben varım! Hepimize yeterim ;) Kapanış şarkımı dinlemek isterseniz bir tık lütfen.

Serap Orak

27 Nisan 2022

3 GÜNLÜK ÇADIR KAMPI MACERAM (GÖKÇETEPE TABİAT PARKI)

Sevgili blog dostlarım merhaba,

Aylar yıllar sonra beni buralara atan rüzgar nedir diye soracak olursanız, ki sorarsınız bence :) hemen açıklayayım. Hayatımda bir ilke imza attım ve günlüğümde mutlaka yer alması gerekiyor bence. Şu dünyevi boyutta 42. yılımı yaşıyor iken ömrümde ilk defa çadır kampına gittim ve tam 3 gece çadırda kaldım. Şimdi bana koca bir alkış lütfen, hatta sitcom dizilerindeki alkış efektini kulaklarımda duyar gibiyim, işte öyle bir gurur benimkisi :)

Şimdi bu nereden çıktı diye sorabilirsiniz. Çünkü pek o kadar outdoor bir insan değilim, hatta fazlasıyla şehirli ve pastoral hayatın börtü böcek gerçeklerinden hazzetmeyen bir kadınım. Ama işte bu maceracı ve keşifsever bünye yıllardır böyle bir deneyimi merak edip duruyordu. Tek başıma böyle bir tatil yapamayacağım için uygun zamanın gelmesini bekliyordum ve o beklenen zaman kampsever erkek arkadaşım sayesinde geldi. Beni korkutan tek şey çadırın içine insan olmayan bir canlının girmesiydi, onun dışında piknik ve orman ortamına uyum sağlama konusunda bir endişem yoktu. Çünkü lise çağım Antalya'da geçtiği için yeterince günübirlik orman ve piknik deneyimim vardı. Hatta çoğu insana göre piknik gereçleri hazırlama konusunda üst seviyede sayılırım. Lise dönemimde bolca karavan tatili yapma şansım olduğu için ihtisasım tamam yani :)

Önce güzel bir hazırlık listesi yaptım. Çadır ekipmanları işi onda, mutfak ve yemek ekipmanları işi bendeydi. 2 gece konaklama fikriyle yola çıkıp 3 gece konaklayınca bazı yiyecekleri ucu ucuna yetiştirdik. Gitmeden önce öğünlerde ne yiyip ne içeceğimizi önceden planlayıp ona göre malzemeleri aldım. Peynirli börek ve kakaolu, rom aromalı, çikolata damlalı bir kek yaptım. Salata malzemelerini önceden yıkadım. Kahvaltı ve ana öğün için ayrı paketlere ayırdım. Sınıflandırma işini çok severim, benden iyi kütüphaneci olurmuş. Bu bir beslenme blogu olduğu için yiyecek/içecek ayrıntıları daha ön planda olacak ama kamp alanından da bahsetmek istiyorum.

Kamp alanını neye göre belirledik? Tabi ki daha önce deneyimlenmiş bir yer olması önemliydi. Erkekler için doğal hayatta yaşamak kadınlara göre çok daha kolay. Kadınlar için güvenlik, tuvalet vb. konular önem kazanıyor. Onun daha önce gittiği bir yer olması ve benim kalabileceğimi düşünmesi sonucu Edirne'deki Gökçetepe Tabiat Parkı'na gitmeye karar verdik. Cumartesi öğlen ofiste seanslarımı bitirdikten sonra yola çıktık ve saat 17.00 civarında kamp alanına ulaştık. Ve uzun süren bir zemin araştırması yaptıktan sonra ben çadırı tam şuraya kuralım dedim :)

Gökçetepe Tabiat Parkı

İlk gün kamp alanına gelirken yol üzerindeki köyden mangalda pişirmek için et almıştık. Buzdolabımız olmadığı için sonraki günler için stok yapamadık. Gider marketten alırız diye düşünüyorduk ama Pazar günü hala sokağa çıkma yasağı bitmediği için bu planımız suya düştü, markete et gelmedi. O nedenle sadece ilk akşam mangalda et pişirebildik, yanında salata yaptım. Patlıcanları evde unuttuğum için sadece biber közledik :) Yanında da kırmızı şarap içtik. Ekmek de yedim.




Şuraya bolca karınca, kelebek ve sinek eşliğinde kampta ilk akşam yemeğini yiyen bir Serap bırakalım :) 


Kampla ilgili ilk izlenimim ne kadar kalabalık olduğuydu. O kadar çok boy boy çadır vardı ki meğersem insanımız içinde ne kadar çok kamp biriktirmiş :) Hafta sonu olması nedeniyle deniz kıyısındaki arazi çok kalabalıktı ve bize yer yoktu. Biz de ormanın derinliklerine doğru ilerleyip denize paralel tepelerde yerimizi aldık. Orası bile kalabalık sayılırdı ama en azından çadırlar iç içe değildi. O sırada sürprizlerle dolu bir gecenin ardından bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk. Sabah ezanı ile beraber bitmek bilmeyen ezanlar, dualar, ilahi konserleri, tekbir sesleri eşliğinde tam 2 gün geçirdik. Evet rahatsız ediciydi. Arka arkaya 5-6-7-8 kez ezan dinlemek hiç hoş değil. Çünkü uyuyamıyorsunuz, tam bitti derken diğeri başlıyor. Meğerse ormanlık alanın bir kısmını dini eğitim alan bir öğrenci grubuna tahsis etmişler ve çocuklar sırayla ezan ve dualar okuyarak pratik yapıyorlardı. Keşke insanların dinlenmek ve tatil yapmak için gittikleri bir yerde bu konuda hassas davranılsaydı ama nerde? Bari mikrofon kullanılmasaydı. Bu sebeple 3. gün çadırı deniz kenarına taşıdık ve bu kalabalık grubun gürültüsünden kurtulduk. Şimdi bu yorumumdan dolayı beni linçlemek isteyecek bir takım arkadaşlar için şöyle bir açıklama yapmak isterim. Eğer gece sabaha kadar yüksek sesle müzik dinleyen, sabahtan akşama bağıra çağıra eğlenen ve yüksek sesle müzik dinleyen başka bir öğrenci grubu da olsa rahatsız olurdum ve burada yazardım. Bu gibi öğrenci grupları için sadece benzer grupların olduğu alanlar yapılmalı. Neyse akşam ilahilerini dinlerken çekirdek de yedim.

Uykusuz bir gecenin ardından ertesi güne başladık. Çadırda kalabildiğim için ilk geceyi geçirmenin gururu ile çok güzel bir kahvaltı yaptım. 

Börek haricinde kızarmış ekmek de yedim. Kamp boyunca 2 öğün yiyebildim.

Kahve için mokapot getirmeyi de ihmal etmedim tabi ki


Kahvaltı sonrası kahve keyfimiz bitince deniz kenarına indik ve ben bu senenin deniz sezonunu açtım :)

Saroz 



Plajın hemen bitiminde çadırlar başlıyor


Deniz kıyısında güzel bir bira ve cips keyfinden sonra akşam yemeği hazırlıklarını düşünmeye başladık. Marketlerde tavuk ve hazır köfte hariç mangalda pişirecek bir et türü yoktu. İçinde ne olduğunu bilmediğim hazır bir köfte almam, tavuğu da sevgilim sevmediği için almadık. Bana kalsa mangalda kanat harika olurdu. Hal böyle olunca kampımız gerçek bir kamp deneyimine dönüştü ve mangal üzerinde makarna pişirdik, kahvaltı için aldığımız sucuğun yarısını pişirip ekmek arası sandviç yaptık, patlıcan alıp közledik ve evden getirdiğim yoğurtla meze yaptık. İyi ki küçük bir tencere getirmişim, oldukça işimize yaradı. Makarna pişirmek kamp için harika bir seçenek, ben ketçapla yedim :)


Ertesi gün sabah mangalda sucuk, hellim peyniri, peynirli börek eşliğinde güze bir kahvaltı yaptık.

Ve kahve kokusu yükseliyordu...

Arka çadır komşumuz olan çift bize dün gece kavun ikram etmişti

Kahvaltı sonrası çadırımızı da toplayıp deniz kenarına göç ettik. Çadırı yeni baştan kurup yerleştik. Artık hafta sonu bittiği için deniz kenarındaki çadırlar azalmıştı. Harika bir alan bulduk. Belli ki buraya hafta içi gelmek lazım. Hafta sonu plaj da çok kalabalık oluyor. 

Burası yeni çadır manzaramız

Burası da yeni kamp alanımız, daha dün burada 1 tane daha çadır kuracak yer yoktu

Deniz kenarında bira ve kuruyemiş keyfi de yaptım

Aslında kamp alanında market, cafe ve restoran işletmeleri var. Yani aslında isterseniz tüm öğünlerinizi dışarıdan satın alarak yiyebilirsiniz. Hamburger, döner, tost, köfte vs bulabilirsiniz. Ama biz öyle yapmak istemedik. Her öğünü sadece kendi getirdiğimiz yiyeceklerle geçirmek ve orada yapabileceğimiz en kolay ve pratik yemeklerle yapmak istedik. Diğer türlüsü bence bir kamp deneyimi sayılmazdı. 

Bu akşam da yemeğimiz domates, biber soslu makarna oldu. İçine aç bitir dana jambonlardan alıp koyduk. Keşke koymasaydık bence sade hali daha güzel olurdu. Açlıktan düşünemedik galiba :) Çok acıkınca yemeğin bitmiş halini çekmeyi unuttum. Ama makarnanın sosunu pişerken çekmiştim.


Yemekten sonra şarabımızı da alıp plaja indik, mum tamamen benim organizasyonum :) Dalga sesleri eşliğinde titreye titreye şarabımızı yudumlarken kadehlerimizi 40'ından sonra gelen aşklara ve ilişkimizin 6. ayına kaldırdık. 


Ertesi gün dinlenmiş bir şekilde güne başladık. Artık bütün yiyeceklerimiz tükendiği için 1'er dilim hellim peyniri, kek ve kahve ile kahvaltımızı yaptık. 


Kahvaltı sonrası her şeyi toplayıp son bir deniz keyfi yaptık. Son kuruyemişimiz de bitirdik :)

Şuraya 3 gece çadırda kalmayı başarabilmiş mutlu bir kampçı koyalım 

Hoşçakal Gökçetepe, ilk kamp deneyimim olarak seni hiç unutmayacağım :)

Saat 17.00'de İstanbul'a doğru yola çıktık. Eve varışımız saat 21.00 oldu. Yolda illa ki Tekirdağ köftesi yiyelim ısrarlarım sonucu güzel bir öğün yedik. 2 akşamdır derleme toplama makarna öğünleri yapmıştık. Ama bence çok zevkli bir deneyim oldu. Bir sonraki kamp için şimdiden kafamda bir sürü fikirler oluştu. 

Biber çok acıydı yemedim, patatesi de yemedim ama 1 dilim ekmek yedim

Hayrabolu Tatlısı/Tekirdağ yöresine özelmiş

Bu tatlıdan sadece 1 tane yedim ve ömrüm boyunca bir daha yemeyi düşünmüyorum. O kadar tatlı, şerbetli bir şey ki 1 tanesini bile bitirmek benim için zulüm oldu. Üzerinde tahin olmasa zaten yiyemezdim. Yemenizi asla tavsiye etmem, hele de benim gibi tatlı sevmeyen biriyseniz. 

Farkındayım çok uzun bir post oldu ama elimdeki görsel verilerle 3 ayrı güne bölmek yerine bir post ile tamamını yazmak istedim. Eğer hala okuyorsan buraya kadar okuduğun için çok teşekkür ederim blog dostum :)

Kamp ile ilgili benim açımdan en olumsuz şey tuvaletin uzak olmasıydı ve sık sık gitme şansımın olmamasıydı. Sabah olmasını beklemek biraz zorlayıcı oluyor :) Bunun dışında karınca ve sinek ısırıkları da var tabi ama buna diğer piknik deneyimlerinden alışkınım. İyi ki ortalarda gezinen sincap vb. hayvanlar yoktu. Olsa korkardım. Ayrıntılı planlanmış bir kamp olması sebebiyle pek zorlu bir şeyle karşılaşmadım. Çok şükür her şeyimiz vardı. Kamp partnerimle de gayet uyumluyduk, sanırım öyle olmasa çoktan birbirimizi yemiştik :)

Bizim çadırımız Decathlon markaydı ve 2 kişi için gayet konforluydu. Kamp yerinde bir sürü boy çadır gördüm. İnsanımız Decathlon'a sağlam yatırım yapmış :) sanırım ben de artık eve tabak çanak almak yerine kamp ekipmanlarına yatırım yapacağım. 

Pandemi bittiğinde daha farklı maceralarda görüşmek üzere satırlarıma son verirken şunu söylemek isterim. Ben çadırda kalabildiysem ve gece karanlığında, ormanın içinde tek başıma fenerle tuvalete gidebildiysem herkes yapabilir :) 

Beni kampa götüren sevgilime çok teşekkür ediyorum, bir hayalim daha gerçek oldu.

26, 27, 28, 29 Haziran 2021

Diyetisyen Serap Orak

Bu post 4 Temmuz 2021'de yazılmış ve yayınlanmıştır.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...